4 Haziran 2015 Perşembe

İslamda Mezhepler Hakkında Kısa Bir Tanıtım



https://www.youtube.com/watch?v=4IGK7eVbwno

Mezheplere Göre Önemli İslam Alimleri


İslam'da Sünni - Ameli Mezhepler

Mezheplerin Doğuşuna Tesir Eden Sebepler






Sahabe devrinde daha ziyade anlayış farklarıyle, bir meseleye dair nasları bilmemekten neş'et eden ihtilaflar, ilk tabiûn devrinde muhit ve üstad farkları da eklenerek devam etmiş, son tabiûn ve müctehid imamlar zamanında ise ictihad usûl ve prensiplerine bağlı ihtilaflar ortaya çıkmıştır. Fakat müctehid imamlar devri de dahil olmak üzere henüz mezhepler teşekkül etmemiştir.8 Gerçi müctehid imamların talebeleri onların usûlünü tatbik ediyor, ictihadlarında onların reylerinden hareet ediyorlardı; fakat gerektiğinde usûl ve fürûda üstadlarına muhalefet etmekten de çekinmiyorlardı. İmam Ebu Yusuf, Muhammed ve Müzenî gibi zevatta bunun birçok örneği vardır.9 
Gerek Ebu Hanife ve Mâlik gibi üstad imamlar ve gerekse Ebu Yusuf, Muhammed, Şâfiî, İbn Hanbel gibi sonrakilerin, her fırsatta yekdiğeriyle temas ederek ilim ve rey alış-verişinde bulunmaları, bir yandan bugünki (ictimaî) mânada mezheplerin teessüs ve taassubuna mâni oluyor, diğer taraftan da metod ve bilgi farklarından meydana gelen ihtilafların azalmasını temin ediyordu.10 
Ancak aşağıda sıralayacağımız hâdiseler bu ilim, hürriyet ve müsamaha atmosferinin değişmesine, ictihadın yerini taklîdin almasına ve mezheplerin teşekkül etmesine yol açan başlıca âmiller olmuştur: 
1. Hulefâ-yı raşidin'den sonra hilâfet, ona lâyık olmayan câhil ve ehliyetsiz kişilerin eline geçmiş, bunlar da eksiklerini kapatmak ve zavâhiri kutarmak için âlimlerden istimdât eylemişlerdir. Başlangıçta Ebu Hanife, Mâlik, Ahmed b. Hanbel gibi zevât, kötüye âlet olmamak için bu halifeler tarafından teklif edilen vazifeleri kabul etmemişler, kendilerine yapılan ısrarlar zaman zaman işkencelere kadar vardığı halde bu tutumlarını değiştirmemişlerdir. 
İdarecilerin ilim ve din adamlarına karşı vâki talepleri ilmin itibarını artırmış, bunu gören sonraki nesil ilmi, bazı mevkilere erişebilmek için basamak yapmış, ulema matlûb iken tâlib durumuna düşmüştür. 
Halife ve emirler, çevrelerine topladıkları âlimleri münakaşalara sevketmiş, bu durum ardı arkası kesilmez cedellere yol açmış, hakkın ızharı yerine hasma galebe çalmak gaye haline gelmiştir. İşte bu hengâmede bilhassa Ebu Hanife ile Şâfiî arasındaki ihtilaflar araştırılmış, bu mevzularda eserler yazılmış, münakaşalar icra edilmiştir. 
2. Fetva vermekten çekinen eski âlimlerin yerini her köşede bir müfti almış, bunlar yekdiğerinin fetvasını nakzetmeye başlamış, imamlardan birinin re'yine istinat ve bunu taklid etmedikçe münakaşanın sona ermesi imkânsız hale gelmiştir. 
3. Kadıların -ekseriyetle- hak ve adâletten sapmaları halkın itimadını sarsmış, evvelce ifade edilmiş bir hükme dayanmıyan kadılara itimat edilememiştir. 
4. Câhillerin hüküm ve fetva vermeye kalkışmaları, bunun vahim neticelerinin önlenebilmesi için mutemet ve meşhur âlimlerin eser ve sözlerine istinadın terviç ve teşvik edilmesine yol açmıştır. 
5. İlmin çeşitli branşlarında ihtisas ve derinleşme, elde edilen malzemenin tedvin ve tasnifi... farklılıkları dondurmuştur.11 
Bunlar ve benzeri âmillerin tesiriyle Ebu Hanife, Mâlik, Şâfiî gibi zevat adına -bunlar istemediği ve hiçbir kimseyi kendilerini taklîde davet etmediği halde-12 mezhepler teşekkül etmiştir. 

Mezheplerin Doğuşu







Hicrî dördüncü asırdan önce müslümanlar, muayyen bir mezhebin bütün hükümlerine bağlanıp yalnız onu tatbîk ve taklîd etmezlerdi, toplu olarak böyle bir itiyatları yoktu.4 
Gerçi sahabe ve tabiûn devrinden sonra bir nevi tahric; yani bir müctehidin ictihad usûlünü benimseyip, onun istinbat ettiği hükümleri örnek alarak ictihad etme hareketi başlamıştı; fakat dördüncü asırdan önce yaşayanlar, tek mezhebe bağlanmak, yalnız onu öğrenip öğretmek ve sadece ona göre fetva vermek gibi davranışlardan uzak kalmışlardır. 
Şüphesiz bu devrede yaşayan insanların hepsi müctehid ve âlim değildi; onların da içlerinde avam ekseriyette idi. Buna rağmen sonraki devirlerde olduğu gibi Kitap ve sünnetle alâkalarını keserek taklide düşmemiş, şöyle bir yol takip etmeyi tercih eylemişlerdi: 
Avâm: Müslümanlar arasında ihtilafa mevzu teşkil etmemiş olan mesele ve işleri (icmâî mesâili) aileden veya memleketlerinde bulunan bilginlerden öğreniyor; abdest, namaz, gusül, oruç, zekât... gibi mesâilde doğrudan doğruya şâri'e (Allah ve Resûlüne) ittibâ etmiş oluyorlardı. Hükmünü bilemedikleri bir mesele ve problem ile karşılaştıkları zaman da bunu, mezhep gözetmeden rasgele bir müftiye soruyor, aldıkları cevabı tatbik ediyorlardı. Bu cevaplar ekseriyetle Kitap ve sünnet delili ile beraber verilirdi. Bu sayede avâm da zamanla, şahsen alâkalı bulunduğu birçok mesâilin delilini; yani bunlarla alâkalı âyet ve hadisleri öğrenmiş oluyordu. 
Âlimlere gelince: Bunlardan hadisçiler, problemlerini çözmek için başka bir şeye muhtaç olmayacak sayıda hadis veya sahabe âsârı (söz veya tatbikatı) yahut da sahabe ve tabîûnun ittifak ettikleri rey buluyor, buna uyuyorlardı. Tatminkâr bir rivayet bulamadıkları zaman da kendilerinden önceki âlimlerin reylerine müracaat ediyor, bu mevzuda Kûfeli, Medineli... diye bir ayırım yapmıyorlardı. 
Fıkıh ile meşgul olanlar (üçüncü asırdaki müctehid fi'l-mezheb ve ehl-i tahrîc fukaha) ise geçmiş imamların sözleri arasında sarih hükmünü bulamadıkları meseleleri aynı usûle göre hükme bağlıyor; mezhep içinde ictihad ediyorlardı.5 
Bu devrede müctehid olmayana fakih denmezdi ve bütün müftîler ile kadılar müctehid idi. 
Resûlullah (s.a.)'in "nesillerin en hayırlısı" olarak tavsif ettiği ilk üç nesilde,6 bugünki mânada imam, mezhep ve mukallid olmadığını, mükelleflerin, bilemediklerini herhangi bir müctehidden sormaları ve tek müctehide bağlanmamalarının tabiî ve meşrû kabul edildiğini yukarda tesbit etmiş bulunuyoruz. Resûl-i Ekrem (s.a.) müminlerin sapmamasını mezheplere değil, kitap ve sünnete uymalarına bağlamıştır.7 Din âlimlerinin çalışmaları, eserleri, onlara izafeten tesis edilen mezhepler, halkın kitap ve sünnet hükümlerini öğrenme ve buna uymalarına ancak vâsıta olabilirler ve mezkûr faaliyetlerin meşrûiyetleri buna bağlıdır. Binaenaleyh bir âlim bunlara muhtaç olmaksızın doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerim, sünnet ve sahabe tatbikatiyle temas kurabiliyor, bu kaynaklarda aradığı bilgileri buluyor ve bunlara uyuyorsa, bu ümmetin hayırlısı olan ilk üç neslin yoluna düşmüş, istikameti bulmuştur; böylesine "mezhepsiz" denemez ve bu davranış kınanamaz. 

Maliki Mezhebi Hakkında Genel Bilgiler







İmam Malik’e nisbetle anılan Maliki mezhebi Medine merkezli ve Hicaz fıkhının sistematik bir hale getirilmesiyle ortaya çıkmış olan bir fıkıh mezhebinin ismidir. Maliki mezhebinin kurucusu İmam Malik 93/711 yılında Medine’de doğmuş 179/795 yılında aynı şehirde vefat etmiştir. Medine’de zamanının değerli alimlerinden ders alan İmam Malik belli bir zaman sonra Peygamber mescidinde dersler okutmaya başlamıştır.
Yaşamı boyunca Medine’de kalan İmam Malik’in fıkhının yapısında bu Medine’nin çok önemli bir yeri vardır. Diğer mezheplerden ayrı olarak Medine halkının amelini hüküm çıkarmada bir delil olarak kullanır. Maliki mezhebinin oluşmasında İmam Malik’in Mescid-i nebi’de yaptığı derslerin büyük rolü bulunmaktadır. Derslerinde Ebu Hanife’nin ders halkasının tersine, talebeleriyle meseleleri tartışma ve fikir alışverişinde bulunma yerine sadece bilgi verme anlatma metodunu uygulamıştır. Bu sebeple devrinde mezhep tam sistematik hale gelememiş, bunu öğrencileri yapmıştır.
Maliki mezhebi hadislerin yanında, maslahatı, istihsanı ve istıshabı da fıkhi konuları çözerken dikkate almıştır. Sahnun’un el-Müdevvene isimli eseri Maliki fıkhındaki en önemli eserdir. Zira Muvatta’yı bizzat İmam Malik kaleme almış olmasına rağmen bu kitap fıkıh sistematiğine göre kaleme alınmamıştır. Bu sebeple bütün fıkhi konuları içermemektedir. Ancak el-Müdevvene İmam Malik’in ve mezhebin değerli müçtehit alimlerinin fıkhî görüşlerini sistematik bir tarzda işlemektedir.
Maliki mezhebi daha çok İmam Malik’in talebeleri vasıtasıyla Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’te yayılmıştır. Bugün de Afrika’nın kuzeyi ve batısındaki Libya, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Merakeş, Sudan ve Afrika sahillerinin çoğunluğu Maliki olup, Irak, Suriye, Hicaz ve yukarı Mısır’da da bağlıları bulunmaktadır.

Hanbeli Mezhebi Hakkında Genel Bilgiler






Hanbeli Mezhebinin büyük imamı Ahmed b. Hanbel’e nispet edilen Hanbeli mezhebi, diğer üç değerli fıkıh mezhebinin (Şafi, Hanefi, Maliki mezheplerinin) tarihi olarak sonuncusudur. Yani İslam aleminde Hanbeli mezhebi Şafi, Hanefi, Maliki mezheplerinden sonra ortaya çıkmıştır. Mezhebin kurucusu olan Ahmed b. Hanbel Hicri 164/780 yılında Bağdat’ta dünyaya gelmiş 241/855 yılında doğduğu yer olan Bağdat’ta Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Zamanının değerli alimlerinden ilim öğrenen Ahmed b. Hanbel özellikle hadis ilmiyle meşgul olmuştur. Bu sebeple uzak yerlere hadis rivayeti için hadis yolculukları yapmıştır. Sonra bu yolculukların sonucunda ulaştığı rivayetleri meşhur kitabı Müsnedin de bir araya toplamıştır. İmam Şafii’den uzun seneler ders alan Ahmed b. Hanbel, Hanefi mezhebinin değerli müçtehitlerinden Ebu Yusuf’tan da istifade etme imkanı bulmuştur.
Hayatındaki önemli hadiselerden biri de Halife Me’mûn’un ortaya attığı Kuran’ın mahluk olduğu fikrini savunmadığı gerekçesiyle işkenceye tabi tutulmasıdır. Fetva ve mezhebiyle alakalı usulü yazmaktan ziyade topladığı hadisleri yazmış ve mezhebinde de daha çok senedi sahihse hadislerle amel etmiştir. Zamanı geldiğinde istihsanla da amel eden Hanbeliler sedd-i zerayi prensibini en çok çalıştıran mezhep mensuplarıdır.
Hanbeli mezhebi diğer üç değerli fıkıh mezhebinden sonra ortaya çıkmasının da tesiriyle bağlısı en az olan fıkıh mezhebidir. Suudi Arabistan başta olmak üzere Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da Hanbeli mezhebi Müslümanlar tarafından bir hayli kabul görmektedir.